SON HABERLER

Hukukçu Sözüer, “Müteahhit, yetkili kişilerin göz yumması olmadan kurallara aykırı bina yapamaz”

Ceza hukukçusu Prof. Dr. Adem Sözüer, “Hükümet, ‘Ben kusurluyum’ demeli ve tazminatlar bakımından sorumluluğu üzerine almalı. Aksi takdirde davaların ardı arkası kesilmez” diyor.

Hukukçu Sözüer, “Müteahhit, yetkili kişilerin göz yumması olmadan kurallara aykırı bina yapamaz”
  • ‘Hiçbir müteahhit, yetkili kişilerin, bilgisi ve göz yumması olmadan, imar kurallarına aykırı bina yapamaz. Kaçak yapılaşmada büyük haksız çıkar varsa, bu mutlaka paylaşılır. Haksız rantın oluşturduğu bir saadet zinciri var.’
  • ‘Bu işin sorumlusu öncelikle hükümetlerdir. Onlar göz yumdu. Hükümet ‘Ben kusurluyum’ demeli ve tazminatlar bakımından sorumluluğu üzerine almalı. Aksi taktirde davaların ardı arkası kesilmez.’

– Bir bina yapılarken hangi süreçler var, bu süreçlerden kimler sorumlu?

İdeal süreç aslında Şehir Plancıları ile başlıyor. Mücavir alan içinde Şehir plancıları Çevre Düzeni Planına uygun olarak belirlenen yerleşim alanlarını projelendirdikten sonra Nazım İmar Planı dediğimiz 1/5000’lik planlar ve 1/1000‘lik uygulama İmar planlarını hazırlar ve belediye meclisinde onaylanır. Bu süreçte yerleşim alanının zemini kentsel donatı alanları, yapı yükseklikleri ve imar oranları planlaması da yapılmış olur. İkinci aşamada olarak zemin etüdünün yapılıp mimari projelerin çizilmesi ardından  bu projeye bağlı statik, mekanik ,elektrikprojelerlin  çizilmesi süreci  ve yapı denetim ile belediyenin proje kontrol departmanları tarafından onaylanması süreci var. Ardından ruhsatlandırma ve inşaat süreci başlıyor ki bu süreçte genellikle bir müteahhit, ona bağlı bir şantiye şefi ve teknik kadro ile inşaat sürecini yönetiyor. Son aşamada ise ruhsata uygun olarak yapılan yapılar, yapı kullanım izin belgesi alıyor. Bizim 1940 yalından, en son 2018 yılına kadar sürekli güncellenen İmar ve Deprem yönetmeliklerimiz var. Bu süreçte hem yapım teknikleri hem de inşaat malzeme kalitesi bir gelişme süreci yaşadı. Ama hukuki ve teknik alandaki bu gelişmeler uygulamaya ne kadar yansıdı? Burada ciddi sorun var.

“İNSANLARIMIZ DEPREMZEDE DEĞİL, YAPIZEDE”

– 80 yıldır sadece yönetmelik mi çıkarmışız o halde, bu yönetmeliklerin amacı neydi?

İşte burada çok önemli bir nokta var. ‘Deprem o kadar şiddetli ki bina nasıl yapılırsa yapılsın yıkılacaktı’ Evet ama deprem yönetmeliklerinin amacı mutlak bir yıkılmazlık değil. Bina hasar görecek fakat bütünüyle çökme olmayacak. İnsanlar dışarı çıkabilecek. Yönetmeliğe uygun yaparsanız ülkemizdeki depremlerde görülen ölçüde, yıkım, ölüm olmazdı. Örneğin 100 bin ölüm yerine yalnızca 1000 ölüm olacak. Hasarlı binaların sayısı ve ağırlığı da çok az olacak. Ülkemizde depremler sonrası her açıdan kayıp ve yıkımların çok yüksek olmasının tek nedeni, kanunlarda öngörülen kurallara aykırı yapılaşmadır. İnsanlarımız depremzede değil yapızededir. 

“İMZALAR DENETİMSİZ ATILIYOR”

İlginç olan bir husus, yıkılan yapıların önemli bir bölümünde kağıt üzerinde imzaların tam olduğu görülür. Yani Kanunlar uygulanmış gibidir. Örneğin bina yapımında şantiye şefi var, teknik kontroller ve yapı denetimi yapılmış görünür. Ama bu imzalar gerçek anlamdaki kontrol ve denetim sonucunda atılmıyor. Örneğin kolon ve kiriş demirlerinde etriye aralığı yönetmelikteki gibi mi, yetkili kişi bizzat gidip denetlemiyor. Beton fabrikada yapılırken veya yapıldıktan sonra sonra inşaat sahasına gelip dökülene kadar, beton yönetmelikte öngörülen nitelikte mi, betona su gibi bir şey karıştırılıyor mu?  Proje etkin kontrol edilmiyor, demir, beton fiilen ve etkin kontrol edilmiyor. Sonuç. Toz gibi dağılan binalar. Yıkılan binalarla ilgili bir çok ceza davasındaki tespit ve eksikliklerdir bunlar. 

– Bir binada kaç imza var, kimler imza atıyor?

Bir kısmı teknik insanlar, projeyi yapan proje sorumluları, yapı denetimi sorumluları. Belediyedeki yetkililer.  Hem yerel yönetimlerin hem binanın yapımından sorumlu teknik sorumlular var. Çok sayıda imza var. Şöyle düşünün eskiden sürücü kurslarındaki insanlar kursa hiç gitmeden belge alıyordu. Burada da sorunlardan biri bu. Buradaki imzalar atılıyor fakat kontroller gerçek anlamda yapılmıyor. Bir de tatbiki her şey kuralına göre yapılsa bile, yapı kullanma izni alındıktan, sonra ticari amaçla veya başka amaçla yapılan değişiklikler var. Örneğin kolonların kesilip dükkan yapılması gibi. Çok sayıda binanın çökme nedenlerinden biri de bu.

– Bina uygun yapılmadığında izni veren, imarı yaptıran, elektrik ve suyu bağlayanlarla ilgili ceza nedir? 

Türk Ceza Kanununda 2004’ten beri imar kirliliğine neden olma suçu var. Bu imar kirliliği maddesinde imar kurallarına aykırı yapıyı yapan, bu fillere iştirak edenler, böyle kaçak yapılara şantiye halinde iken, telefon elektrik, su bağlayan, herkes sorumlu. Özetle, denetim, kontrol, imza ve onay safhasındaki tüm görevliler ile yapıyı yapan ve yaptıranların hukuka aykırı davranışları  bu maddenin kapsamına girer. Haksız menfaat alınmış verilmişse ayrıca rüşvet suçu olur. Kamu görevlileri bakımından, imar kirliliği suçuna iştirak etmemişlerse görevi kötüye kullanma suçu  gündeme gelir.

“AFTAN YARARLAN BİNALAR RİSKLİ İLAN EDİLMELİ”

– Uygulandı mı peki bu?

Çok nadir. Devlette kanunları doğru ve etkili uygulama iradesi ortaya konulmadığı zaman sonuç bu oluyor. 

Bazen de uygulanmak istenir bu kez de kanun değişir. Örneğin kamu arazilerini işgal suçu vardı. Turizmciler bir araya geldi, otelin önüne şezlong koyamıyoruz, turizm zarar görüyor diye gerçek dışı bir söylemle o suç kaldırıldı. Sonra ne oldu, o da değiştirildi. Tüm Türkiye’deki koylarda, sahillerdeki devasa oteller, koy ve sahilleri halka kapatıp işgal ettiler. Ama anayasa göre kıyılar kamuya aittir. Halka kapatılamaz. Yani anayasanın hükmü bile kağıt üstünde kalmış. Bazen de kanun uygulanır ama, etkisiz kılan aflar çıkarılır. 

– Defalarca imar affı da çıkarıldı…

Son imar barışı öyle bir af ki; ruhsatsız binalar veya ruhsat almış ve ruhsata aykırı yapılmış, aftan yararlandı. Hatta yapı kullanma iznini aldınız ondan sonra değişiklik yaptınız yine yararlanabilirsiniz. Yani 5 katlı bina var, her şey bitmiş,ama sonra 2 kat daha çıktınız, ya da kolonları kestiniz, onlar da yararlanır.

– Riskli olup olmadığına bakılmaksızın değil mi?

Riskli olsa da yararlanıyor. Öyle ki 2018’de çıkan imar barışında depreme dayanıklılıkla ilgili sorumluluğun malike ait olacağına dair düzenleme var. Devlet imar barışından yararlandırırken depremle ilgili herhangi bir denetim yapmayacağını baştan düzenlemiş aslında. Ama riskli yapıysa yararlanamaz dönebilirdi. Belediyeler şöyle yapar; kaçakları tespit eder, tutanak tutar ve yıkım kararı alır. Birde idari para cezası kesilir. Fakat o yıkımlar hiçbir zaman yapılmaz.  Bu imar affı kanunu diyor ki: Hem ödenmeye idari para cezalarını hem de yıkım kararlarını iptal ediyorum’. Yıkım kararlarını kaldırıp para cezalarını iptal ettikten sonra size bir yapı kayıt belgesi veriyorlar. Bu da yapı kullanma belgesinin verdiği hakları veriyor. Ancak yapı kullanma izin belgesinin ( iskân belgesi) şöyle bir anlamı var, bu bina projesine teknik gerekliliklere uygun, denetimden geçti demek. Yani siz hiç bir ayrım yapmadan imar kurallarına aykırılığı açık ve riskli binalar dahil, hukuka uygun hale getirmişsiniz, üstüne devlet para almış, sonra kanuna malik sorumlu demişsiniz.. Bu hukuku dolaşmaktır. Devleti yönetenlerin sorumluluğunu örtme girişimidir. Bu nedenle, şöyle bir koşul konulmalıydı:‘Binalarınızın risk halini giderirseniz sizden para da almayacağım, yapı kayıt belgesini vereceğim.’ Böyle koşul bir tarafa, hem para alındı, hem cezalar kaldırıldı hem de yıkım kararları gerekçesine bakılmaksızın iptal edilerek, adeta tabuta dönmüş binalara son çivi çakıldı.

– İmar affı çıkınca imar kirliliği yasasının anlamı oluyor mu?

İmar affı çıkınca onlarla ilgili açılan davalar da düştü. ‘Af çıktı yapı kayıt belgesi aldım’ dedi öyle kurtuldu. Dolayısıyla biz yıllardır kuralları uygulamayarak bu depremleri gördük.

– İmar affından yararlanan mevcut yapılar için şu an ne yapılmalı?

İmar affından yararlanan binalar riskli ilan edilmeli. 

“CADI AVI VE DAMGALAMA”

– Müteahhitler tutuklanıyor, birçok sorumlu var ancak başka tutuklama görmüyoruz…

Yıkım kararı alıp da bu yıkım kararını uygulamayan belediye yetkililerinin peşinden giden var mı? Deprem riskini ve imara aykırı yapıların depremde yıkılacağını öngören devlet yöneticilerinin peşinden giden var mı? Bu toplumun öfkesini gidermek için yapılan bir cadı avıdır, damgalamadır. Marmara depreminden kalma bir Veli Göçer uygulamasıdır. Bir tek o uzun bir hapis yattı. Her önüne gelenin müteahhit olabildiği bir ülkeyiz. Ama hiç bir mütahit, genel ve yerel yönetimdeki yetkili kişilerin, bilgisi ve göz yumması olmadan, imar kurallarına aykırı bina yapamaz.Kaçak yapılaşmada büyük haksız çıkar varsa, bu mutlaka paylaşılır. Haksız rantın oluşturduğu bir saadet zinciri var.

060732680 foto

“İKTİDAR KENDİ BÜROKRATINI YARGILATMAZ”

– Bu zincir nereye kadar gider, müteahhitler tutuklanıyor ya sonra?

Son depremde,ceza hukuku sorumluluğunu tam olarak uygularsak binlerce soruşturma ve ceza davası açılması gerekir. Türkiye’de yargı, bu kadar kapsamlı bir soruşturma ve kovuşturmayı hakkıyla yürütemez, yürüttürmezler de. İktidarlar böyle konularda kendi bürokratını, belediye başkanını, yargılatmaz. Belki bir kaç kişi, toplumu sakinleştirmek için olabilir. Şimdi üç, beş müteahhit tutuklayarak insanların tepkisi önlenmek isteniyor. Buradan bir adil çıkış olamaz. On binlerce binadan söz ediyoruz, bunları tek tek soruşturmak, sorumlularını bulmak, Türkiye’deki mevcut yargı sisteminin üstesinden kalkacağı bir iş değil. Ama, devlet, toplum çok güçlü bir irade ortaya koyarsa, o zaman adil bir uygulama ve sonuçlara varılabilir.

“HÜKÜMETLER GÖZ YUMDU”

– Tüm sorumluların cezalandırılması mümkün değilse ne yapılmalı?

Her sorun salt ceza sorumluluğu ile çözümlenemez. Siyasi sorumluluk var. İdari sorumluluk var. Bu işin sorumlusu öncelikle hükümetlerdir. Onlar göz yumdu. Tüm bu yapılaşma siyasi yetkililerin bilgisi dışında olabilir mi? Bunun en büyük göstergesi şu; deprem olmasaydı yeni imar affı çıkacaktı. Kanun teklifi verilmişti. Bu nedenle devleti yönetenler, hükümet ‘Ben kusurluyum’ demeli. İşte bu dönüm noktası olur. Özellikle tazminatlar bakımından devlet sorumluluğu üzerine almalı. Bir daha vatandaş gidip dava açmak zorunda kalmamalı. Aksi taktirde davaların ardı arkası kesilmez. En net ve kestirme yol, idarenin sorumluluğu üstlenmesi ve vatandaşa tazminat ödemesi. Ama başta hükümet kimse gerçek bir öz eleştiri yapmıyor. Tek suçlu deprem  ilan ediliyor. Onun da istifa gibi niyeti yok.

“BELEDİYE PARTİLERİ”

Birçok kişi ifade ediyor: Türkiye’de belediye partisi diye bir parti var. Orada hem iktidar hem de muhalefet ortaktır. Orada işler farklı yürür. Kaçak yapılaşmada hemfikirdirler. Öyle olmasa yürümez bu işler. “Belediye partileri” uygulaması kalkmalı. Kanunları uygulamalılar. Muhalefet samimi ise ‘Kaçak yapılaşmaya göz yumanları bir daha aday göstermeyeceğim’ desin. Ama Depremden sonra dahi kaçak yapılaşma devam ediyor. 

– Enkazda ses duyan ama yardım gelmediği için yakınını kaybeden depremzedeler hukuki olarak ne yapmalı?

Müdahale için imkân olmasına karşın bu kasten kullandırılmadıysa bu ceza sorumluluğu doğurur. Siyasi veya başka nedenlerle müdahaleyi, yardımları engellemişlerse bu da ceza sorumluluğu gerektirir. 

– Sadece ‘engelleme’ mi ceza sorumluluğu doğruyor, koordinasyonda veya müdahaledeki gecikmeler suç olmaz mı?

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının afet durumundaki görevleri sayılmıştır. Afete hazırlık, can mal kurtarmayı içeren müdahalenin yanı sıra sağlık ve psikolojik destek, afet sonucu zararın azaltılması sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre Başkanlığın müdahaleyi gerçekleştirecek olan kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının koordinasyonunu sağlamak görevi vardır. Bu görevlerde sadece deprem afeti üzerine çalışması için özel bir Deprem Dairesi Başkanlığı bulunur. Tedbirsizlikten yani dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranırsa kasten değilse bile taksirle de sorumludur.

– Kanıtların yok edilmesi ihtimali var mıdır?

Kanıtlar sadece enkazlarda değil. Kanıtlar her yerde. Kaldı ki kanıtlar zaten imar affı ile ortadan kaldırılmak istendi. Her şey gözümüzün önünde. Devletin bilgi belgelerinde var. 

– GSM şirketleri kötü bir sınav verdi. Onlar için hukuki olarak ne yapılabilir? 

Telefonlar kesildi, iletişim sağlanamadı. Buradaki gecikme nedeniyle şirketlerin tüketicilere karşı tazminat sorumlulukları var. GSM şirketlerinin neden zamanında gelemediği, haberleşmeyi sağlayamadığı araştırılmalı. Bu da ciddi bir sorumluluk. O arada en çok bilgi akışının olduğu sosyal medya platformu da bir süre kapatıldı. O da büyük bir hataydı.

“BAĞIŞLARDA YOLSUZLUK ZİNCİRİ ORTAYA ÇIKABİLİR”

– Devlet kurumlarının bağışlarını nasıl karşılıyorsunuz?

Anlamsız bir durum, göstermelik. Zaten Hazine’nin parası. Merkez Bankası, Ziraat Bankası… Bunlar zaten devletin kendi kurumları. Bu duyulmamış bir şey. Bağış özel kişiler tarafından yapılır. İster devlet ister özel kişiler olsun toplanan bağışların nasıl harcandığı, şeffaf ve etkin şekilde denetleyecek mekanizmalar getirilmeli. Bu mekanizmalar olmadığı için Kızılay’a duyulan güven sarsıldı. Deprem bağışları konusu da, büyük bir karmaşa ve kaosa dönüşüyor. Bunun önüne geçmeli. Her vakfın, derneğin harcamaları denetlenmeli. Ama burada da hükümet eşit davranmak yerine, benden yana olan olmayan ayrımı yapıyor. Böylece bağışlar alanında da bir depremler yani yolsuzluk zinciri ortaya çıkabilir. 

– OHAL ilanı için ne dersiniz?

Deprem bölgesinde Afet Kanunu ve diğer kanunlar yeterliydi. OHAL ülkemizde maalesef amaç dışı kullanılıyor. İnsanlar haklı olarak OHAL’den ürküyor. Şu an uygulanan haliyle OHAL doğru değil. Yasalar her imkânı veriyor zaten. Kanunla yapılacak düzenlemeler Cumhurbaşkanının OHAL kararnamesiyle yapılmamalı. Mesela gözaltı sürelerin uzatılması, tutuklama güvencelerinin azaltılması kararname ile yapıldı. Halbuki TBMM depremden sonra toplandığında bu konularda kanun çıkarabilirdi.

Doğal afet nedeniyle OHAL dediğinizde, bu tüm Türkiye’yi kapsamalı, çünkü tüm ülke hem depremden etkilendi hem yeni deprem riskleri var. İstanbul’da depremin bugün yarın olmayacağının bir garantisi yok. Ama  Türkiye şu anda seçim sürecine girmişken bu tür geniş çaplı OHAL’lerin amacına uygun kullanılması konusunda ciddi şüpheler var. O yüzden Türkiye’de kuvvetler ayrılığı doğru biçimde sağlanmadığı sürece OHAL uygulamaları doğru değil. 

– Depremzedelerin gittiği şehirlerde kiralar 2 – 3 kat arttı, ne yapılmalı? 

Ekonomik kriz nedeniyle kira artışında yüzde 25 sınırı konmuştu. Ama bu da başka sorunlara yol açtı. Planlamadan, düşünüp tartışmadan, alelacele kararlar almamalı. Burada da tüm tedbirler, yeniden yapılaşma, yardımlar, yaraları sarma bilimsel esaslara, planlamaya  ve  konsepte dayalı olarak bir bütünlük içinde gerçekleşmeli.

“ÖZERK BİR KURUL HEM YARA SARMALI HEM TEDBİR ALMALI”

– Bundan sonraki süreç nasıl yönetilmeli?

Bazı belediyeler, STK’lar süreçlerden dışlanıyor. Halbuki toplum, vatandaşlar, dayanışma duyguları içinde bir araya geldi, herkes gönüllü seferber oldu. Ortak varoluş duygusu üzerine yaraları sarmaya ilişkin yapılanmalara gitmeliyiz. Hukukçu, hekim, mimar, mühendis, şehir plancısı, psikiyatr ve psikologlar, gibi her kesimin temsilcisini içine alan, bir özerk kurul oluşturulmalı. İdarenin hiyerarşisinde olmayan bir kurum, bilgi birikimi ve özerkliği ile topluma güven veren kanunla oluşturulan bir kurul olmalı. Burada iktidar, muhalefet, merkezi yönetim ve yerel yönetimler de yer almalı. Türkiye bir araya gelmeli. Yaraların sarılması bakımından ilk yapılması gerekenlenden biri budur. Bu kurul hem mevcut afet bölgesinde yaraları sarmalı hem de yeni afetlerle ilgili ne yapılması gerektiği konusunda çalışma yapmalı, yol göstermeli. Yaptığı öneriler dikkate alınmalı. Ama her şeyden önce bu ağır acıların yaşandığı süreçte, hiç bir gölgenin olmadığı, serbest seçimler için herkes yüksek bir gayret göstermeli.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ