Alman Vakıflarına Deştin ve Bayır Köylüsünden Kırmızı Kart!
Alman Vakıflarına Deştin ve Bayır Köylüsünden Kırmızı Kart! Tarih 11 Ağustos 2021. Yer Akbelen. Türkiye Yeşiller Partisi Sözcüsü İbrahim Akın elinde mikrofon İkizköylere sesleniyor. Diyor ki: “Biz Uluslararası Yeşiller Partisi’nin bileşeniyiz. Bileşeni olduğumuz için de buradaki gelişmeleri anında yurt dışına aktarmaya çalışıyoruz. Bu bakımdan da ben çok önemli destek aldığımızı düşünüyorum. Bu bizim açımızdan basit […]
Alman Vakıflarına Deştin ve Bayır Köylüsünden Kırmızı Kart!
Tarih 11 Ağustos 2021. Yer Akbelen. Türkiye Yeşiller Partisi Sözcüsü İbrahim Akın elinde mikrofon İkizköylere sesleniyor. Diyor ki: “Biz Uluslararası Yeşiller Partisi’nin bileşeniyiz. Bileşeni olduğumuz için de buradaki gelişmeleri anında yurt dışına aktarmaya çalışıyoruz. Bu bakımdan da ben çok önemli destek aldığımızı düşünüyorum. Bu bizim açımızdan basit bir çevre meselesi değil, gelecek meselesi. Ana ekseni de bu kapitalist vahşi sistem, biz onunla mücadele edemezsek ağacımızı değil sonra hayatımızı da bitirecekler bunlar.”
“Bunlar” diye tabir edilen mevcut hükümet, enerji sektörü ve madenciler…”Ormanı devlete karşı savunuyoruz” bu cümle yine Akbelen’de çalındı kulağımıza. Akbelen için ilk meclis soru önergesi HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni’den geldi. Oysa Muğla’nın o dönemde 7 milletvekili vardı. Sonra CHP’nin de bu konuda soru önergeleri verdiğini takip ettik. 2021’de Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’tan gelmeyen destek, Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras’tan geldi Akbelen’e. Oysa Akbelen Bodrum’da değil, Milas sınırlarında. Başkan Aras, 2 Ağustos 2023’de katıldığı televizyon yayınında, dünden bugüne neden Akbelen’de MUÇEP’e destek olduğunu şöyle açıklıyor:
“Akbelen’e gelene kadar bu iki termik santral sayesinde doğa tahribatı zaten var. Yaklaşık 8 tane köy ortadan kaldırılmış. Tarımla uğraşan halk köklerinden koparılıyor, ibadethaneleri, atalarının, dedelerinin mezarları ortadan kaldırılıyor, evleri ortadan kaldırılıyor. Sırf oradaki düşük kalorili elektrik üretiminde kullanılacak linyit için aslına bakarsanız çok daha büyük zincirleme bir tahribat yapılıyor. Aslında bunun fizibilitesi yapılsa adam gibi ya da ÇED alınsa oradaki tarımsal üretimin orman varlığının karbon yutağı özelliğinin veya binlerce yıllık medeniyetin varlığının ondan sonra yine bölgenin turizm potansiyelinin hepsi hesaplanıp ortaya konsa enerji üretimi ile bu faktörler karşılaştırılsa bu yatırımın yanlış olduğu ortaya çıkacaktır.”
Yatırımın sahibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti. 8 köyü kamulaştırarak enerji sektörünün geleceğini planlayan da bizzat devlet. O zamanlar şirketler yoktu sahnede. O nedenle de bir ilçe belediye başkanı çıkıp televizyona, gazeteye demeç verip “şöyle karşıyız, böyle yanlış bir yatırım” dememişti maalesef. Devletten sürekli olarak, kesintisiz elektrik üretiminde bulunmasını talep eden ise millet. Her devlet kendi yerli kaynağını kullanmak için kararlar alır. Almalıdır da! Bu karar, dışa bağımlılık ya da bağımsızlık tercihidir: Bir ulusun kendi madenlerine ulaşabilmesinin desteklenmesi veyahut engellenerek fakirleştirilmesi iki seçenektir masada. Bugün halen özelleştirilmeler haklı olarak tartışılıyor olsa da termik santralleri özelleştirme yolunda devam eden ise bu dönemin hükümetidir. Son örneği Çayırhan’da yaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras ,Ankara Çayırhan Termik Santrali’nin özelleştirilmesine karşı işçilerin yanında olduğunu açıklamak adına sosyal medyadan yaptığı paylaşımda dedi ki: “ Çayırhan Termik Santrali’nde çalışan madencilerimizin özelleştirmeye karşı başlattıkları mücadeleyi destekliyorum. Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri de bir an önce kamulaştırılmalıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yatırımlar hayata geçirilerek, Paris İklim Anlaşması gereği taahhüt edilen sürede kömür ile enerji üretimi sonlandırılmalıdır. Havamız, suyumuz, toprağımız, ormanlarımız, zeytinliklerimiz, köylerimiz ve yaşam hakkı korunmalıdır.” Oldukça kafası karışık bir açıklama bu. Daha bir yıl evvel, 40 yıl önce alınan devlet yatırımı kararını ve sonrasında yapılanları eleştirip, bir yılın sonunda aynı yatırıma “kamulaştırılmalıdır” demek bu kafa karışıklığının ürünü değil de nedir?
Yatağan Termik Santrali’nden bu sene Eylül ayında 184 enerji ve maden işçisi işten çıkarıldı. “CHP’li belediyeler termik santrallerinin kapatılması halinde işçileri ekmeksiz bırakmayacak” diyen siyasi aktörlerin Eylül’den Kasım’a neler yaptıkları ve kaç işçiye istihdam sağladıklarını da merak ediyorum.
Oda TV ve Aydınlık Gazetesi’nde halen yayında olan tekzip almamış, sessizlikle karşılanmış bir haber vardı geçen hafta. Haberde yer alan ifade şu:” Suikaste kurban giden Necip Hablemitoğlu ile hafızalara kazınan Alman Vakıfları Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) ile birlikte hareket etmeye başladı. Aydınlık’ın haberine göre, Alman Yeşiller Partisi tarafından 1997 yılında kurulan Heinrich Böll Stiftung Vakfı, Muğla Menteşe ilçesinde 16 Kasım 2024 günü düzenlenen “II. Yerelde Yeşil Ekonomi Paneli”ne katıldı.”
MUÇEP’e soruyorum, bu zannı neden sessizlikle karşılıyorsunuz? Türkiye Yeşil Sol Parti Eşsözcüsü, zaten vakti zamanında Almanya’nın Yeşiller Partisi ile bir arada olduklarını halka beyan ettiği için mi? Yoksa bahsi geçen vakıf ile işbirliği, kamuoyu önünde Menteşe Belediyesi tarafından desteklendiği için mi? Bu sessizliğin izahı var mı? MUÇEP’ten Oda TV’ye ya da haberin yayınlandığı mecralara karşı bir girişimde bulunuldu mu? Menteşe Belediye Başkanı Gonca Köksal’dan bu konuya dair bir açıklama var mı? Neden yok! Sessizlik, olanı kabulleniş değil mi?
Bu olanlara sessiz kalmayanlar da oldu. Deştin, Alaşar, Yumaklı’dan köylüler 24 Kasım 2024’de eylem yaptılar. Ellerinde, Türk bayrağı ve “Gavur Ajanları Köyümüzü Terk Et”, “Rüşvet Değil İş Aş İstiyoruz” , “Rantçı Ajanlar Değil Halk Burada” yazılı dövizler vardı.
Köylüler adına basın açıklamasında bulunan Bircan Avcı “Şimdiye kadar meydana gelen olaylar neticesinde meselenin çevre olmadığını, ajanlık faaliyeti yürütülerek Türk sermayeli şirketlerin önünü kesmek için yapıldığını anladık” dedi.
Daha da önemlisi yerel yöneticilere seslenen köylüler, “ Bir avuç azınlığın sesine göre hareket etmeyin. Bizlerin burada en büyük sorunu işsizlik. Eğer halkın isteklerine göre karar veriyorsanız; bakın biz buradayız. Şimdiye kadar burada, bu kadar kalabalık eylem yapan olmadı. Tüm köy halkı, bu fabrikanın açılmasını istiyor. Sizler de bizi yönetenler olarak, Alman ajanlarla işbirliği içinde ve pazarlık masasına oturanlarla değil bizim sesimize, köylünün sesine kulak verin.” dediler.
Türkiye’nin kendi madenlerine ulaşması engellenmemelidir. Köylünün de milletin de en büyük sıkıntısı ekonomik kriz faktörüdür. Bu çıkmazdan çıkmanın tek yolu, yerli üretimin önünün açılmasıdır.
Konumuz çevre ise, Muğla’da mermer fabrikalarının, termik santrallerin artıklarının doğru yönetiliyor olması şarttır. Mevcutta 30 yıldır doğada biriken bu artıkların ne şekilde bertaraf edilip edilmediği ile ilgili bilgisi olan var mı? Ya da soran oldu mu yerel yönetimin aktörlerine “bu artıklar nerede, ne yapılıyor?” diye. Açık söyleyeyim ben bilmiyorum. Mesele gerçekten çevre ise, çevrecilerin bu denli duyarlı olduğu bu coğrafyada ruhsatsız kaçak yapılar nasıl mantar gibi ürüyor? Dağların delik deşik bırakılıp peşine düşülmediği hoyrat madencilikle mücadeleden neden eser yok?
Deştin ve Bayır köylüleri açıklamalarının sonunda Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “ her fabrika bir kaledir”cümlesine yer verdiler. Ben de onları örnek alarak yazımın son satırlarını Atatürk’ün bugünlerde çok okuduğum sözü ile bitirmek isterim:
“Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!”
Haydi selametle…