Yapay zekanın Dostoyevski’yle imtihanı
Dostoyevski’nin romanlarını yapay zeka görüntü oluşturucusu DALL-E 3 görsel olarak yorumladı. İşte çıkan sonuçlar…
Yapay zeka görüntü oluşturucusu DALL-E 3, ChatGPT kullanıcılarına açıldı. Yapmak istediğiniz görseli söylüyorsunuz, ChatGPT bunu DALL-E 3’ün anlayacağı dile çeviriyor.
Biz de Rus edebiyatının saygın ismi Dostoyevski’nin romanlarının giriş bölümlerini DALL-E 3’e yazıp görsel oluşturmasını istedik. İşte o romanlar ve DALL-E 3’ün görsel yorumları:
Suç ve Ceza: Temmuz başlarında çok sıcak bir gün, akşama doğru, genç bir adam “S .. . ” Sokağı’ndaki bir pansiyonda kiraladığı küçük odasından çıktı ve ağır, kararsız adımlarla “K…” Köprüsü’ne yöneldi. Ev sahibiyle merdivenlerde karşılaşmaktan kurtulmayı başarmıştı. Kiraladığı küçük oda, beş katlı yüksek bir evin çatı katındaydı ve odadan çok bir dolabı andırıyordu. Yemek ve öteki hizmetler de içinde olmak üzere kiralamıştı odayı. Ev sahibi kadın bir merdiven aşağıda ayrı bir dairede oturuyordu ve genç adam her sokağa çıkışında, ev sahibi kadının merdivenlere doğru ardına dek açılmış olan mutfak kapısının önünden geçmek zorundaydı. Buradan her geçişinde de genç adam korkuya benzer sayrılı bir duygu içinde kalır, utanç duyar, yüzünü buruştururdu. Ev sahibi kadına epey borcu vardı ve onunla karşılaşmaktan çekiniyordu.
Yeraltından Notlar: Ben hasta bir adamım… Kötü bir adamım. Suratsız bir adamım ben. Galiba karaciğerimden zorum var. Doğrusu hastalığımın ne olduğunun da farkında değilim ya, hatta neremin ağrıdığını bile iyice bilemiyorum. Tıbba ve doktorlara saygım olduğu halde tedavi olmuyorum ve asla olmayacağım. Bir yandan da aşırı ölçüde, mesela tıbba saygı besleyecek kadar boş inançlara bağlıyım. (Boş inançlara kapılmayacak kadar tahsil gördüm, ama inanıyorum işte.) Yok efendim, sadece inadımdan tedavi olmak istemiyorum.
Ecinniler: Pek yetenekli bir yazar olmadığım için, bugüne dek hiçbir olayla öne çıkmamış olan kentimizde bu yakınlarda olup biten tuhaf olayları anlatmaya biraz geriden başlayarak, üstün yetenekli ve saygıdeğer Stepan Trofimoviç Verhovenskiy’in yaşamöyküsünden bazı ayrıntılara gireceğim. Bu ayrıntılar, anlatmayı düşündüğüm öykünün girişi yerine geçsin; asıl öykü sonra gelecek.
Karamazov Kardeşler: Aleksey Fyodoroviç Karamazov, tam on üç yıl önceki korkunç esrarlı ölümü bir zamanlar herkesin dilinde dolaşan (hatta şimdi bile aramızda unutulmamış olan) bölgemizin derebeyi Fyodor Pavloviç Karamazov’un üçüncü oğluydu. Babasının ölümünü yeri gelince anlatacağım. Şimdilik, çiftliğinde ömrü boyunca hemen hemen hiç oturmamış bu derebeyinin sadece tuhaf bir tip olduğunu söylemekle yetineceğim. Sık sık rastlanan, yalnız kötü ve ahlaksız değil, üstelik kafasız, ama kendi mal mülk işlerini çok iyi beceren kafasız tiplerdendi; zaten başka bir şeye de aklı ermiyordu galiba.
Stepançikovo Köyü: Dayım, Albay Yegor İlyiç Rostanev, emekliye ayrıldıktan sonra, kendisine miras kalan Stepançikovo köyüne yerleşti. Orada, ömrü boyunca malikanesinden dışarı adım atmamış, atadan, dededen mülk sahibi gibi yaşamaya başladı. Dünyada her şeyden memnun görünen, her şeye alışan insanlar vardır; emekli albay da onlardandı. Ondan daha sessiz, daha uysal bir adam güç bulunurdu. Birisi çıksa da, albaydan ciddi olarak kendisini sırtında şöyle iki verstlik bir yere götürmesini rica etse, belki de götürürdü. Öyle iyi yürekliydi ki, bir rica üzerine bütün varını yoğunu, sırtındaki gömleği ilk isteyene vermeye hazırdı. Babayiğit tavırlı bir adamdı. Uzun boylu, ince yapılıydı, yanakları kırmızıydı. Fildişi gibi beyaz dişleri, koyu sarı uzun bıyıkları, yüksek,
gür, etrafı çınlatan bir sesi vardı. Kesik kesik, çabuk çabuk konuşur, güldüğü zaman ortalığı çınlatırdı.
Kumarbaz: İki haftalık ayrılıktan sonra nihayet dönmüştüm. Bizimkiler neredeyse üç gün önce Roulettenbourg’a gelmişti. Büyük bir heyecanla beni beklediklerini düşünüyordum ama yanılmışım. General gayet rahat görünüyordu, benimle biraz tepeden bakarak konuştu ve kız kardeşine yolladı. Bir yerlerden borç buldukları belliydi. Hatta generalin bakışlarında bir parça utanç gördüm sanki. Marya Filippovna son derece huzursuzdu, benimle biraz soğuk konuştu; yine de parayı alıp saydı ve raporumu dinledi. Mezentsov’u, Fransız’ı ve bir de İngiliz’i akşam yemeğine bekliyorlardı: Moskovalı alışkanlığıdır, para bulunca hemen birileri yemeğe davet edilir. Polina Aleksandrovna beni görünce, neden uzun zamandır gözükmediğini sordu, ama cevabı beklemeden bir yerlere gitti. Elbette bunu kasten yaptı. Yine de bir görüşmemiz gerek. Epey şey birikti.
Ölüler Evinden Anılar: Sibirya’nın ücra köşelerinde, stepler; dağlar; geçit vermez ormanlar arasında, bin, en çoğu iki bin nüfuslu, fakir; evleri ahşap, iki kilisesi olan -biri kasaba içinde diğeri mezarlıkta-, şehirden ziyade Moskova dolayındaki güzel köyleri andıran tek tük kasabalara rastlanır. Birçoğunda emniyet müdürleri, yargıçlar ve memur nüfusu oldukça kabarıktır. İklim soğuk olmakla beraber; Sibirya’da memurluk hayatına genellikle kolay ısınılır. Basit, tutucu bir halkı vardır; kurallar eski, sağlamdır ve asırlar boyunca handiyse kutsallık kazanmıştır. Memurlar haklı olarak kendilerini Sibirya eşrafı sayarlar; bunların bazıları yerli ve kökleşmiş Sibiryalılardır; bazıları da Rusya’dan, hatta birçoğu büyük şehirlerden gelmişlerdir. Bunlar; atandıkları işle pek ilgisi olmayan aylıklara, iki kat harcıraha ve istikbal için parlak ümitlere kapılarak gelirler. Aralarında hayat bilmecesini çözebilenler hemen hemen her zaman Sibirya’da kalır, orada seve seve yerleşirler.
Netochka Nezvanova: Babamı anımsamıyorum. Ben iki yaşımdayken ölmüş. Annem ikinci kez evlendi. Ama, severek evlendiği halde, hayatı acılar içinde geçti. Babalığım bir müzisyendi. İlgi çekici birçok özellikleri vardı; benim için o, gördüğüm en garip, en olağanüstü insanlardan biriydi. Çocukluğumun ilk izlenimleri üzerine etkisi o derece güçlüydü ki, ömrümün sonuna kadar kurtulamadım bundan. Derli toplu, açık bir şekilde devam etmek için hikayeme babalığımla başlayacağım. Onun hakkında ne biliyorsam gençlik arkadaşı ve yakın dostu olan ünlü kemancı B.’den öğrenmiştim.
İnsancıklar: Değerli Varvara Alekseyevna, dün çok mutluydum, inanılmaz derecede mutluydum! Demek hayatınızda bir kerecik olsun benim istediğim şeyi yaptınız, inatçı kızım. Akşam sekiz civarında uyandım -bilirsiniz işten dönünce bir-iki saat kestirmeyi severim- bir mum yaktım, bir kağıt buldum, tam kalemimi açarken birden kafamı kaldırdım, kalbim hop etti! Demek zavallı kalbimin ne istediğini anladınız! Penceredeki perdenin bir ucunu kıvırıp kınaçiçeği saksısına sıkıştırmışsınız, tıpkı o gün yapmanızı istediğim biçimde. Bir an için küçük yüzünüzü pencerede gördüğümü hayal ettim. Küçük odanızdan bana bakıyor, beni düşünüyordunuz. Ah benim güvercinim, sizin güzel yüzünüzü seçemediğime nasıl üzüldüm. Ben de bir zamanlar iyi görürdüm! Yaşlılık şaka değil yavrucuğum! Şimdi bile gözlerim bulanık görüyor. Akşam çalışınca ertesi sabah gözlerim kan çanağı gibi oluyor, yaşarıyor.
Delikanlı: Dayanamadım artık, yaşam yolunda ilk adımlarının anılarını, elinizdeki bu anıları yazmaya karar verdim. Vermesem de değişen bir şey olmazdı ya… Ama, şunu kesinlikle biliyorum: Yüz yıl bile böyle bir işe bir daha girişmeyeceğim, anılarımı yazmaya kalkışmayacağım. Utanmadan, sıkılmadan kendi üzerine yazabilmesi için insanın pek bayağı bir biçimde kendine tutkun olması, kendini begenmesi gerekir. Ne var ki ben herkesin yazdıgı nedenle, yani okuyucunun övgüsünü kazanmak amacıyla yazmadığım için kendimi birazcık olsun bağışlayabiliyorum. Biraz önce, artık sabrım tükenip, son bir yılda başımdan geçenleri en ince ayrıntısına varana dek yazmak geldiyse aklıma, bu, her şeyden önce, içimde duyduğum çek güçlü, önüne geçemediğim bir istektendir.
NOT: DALL-E 3, yazarın “Öteki”, “Ezilmiş ve Aşağılanmışlar” ve “Budala” romanları için “İstek içerik politikamızla uyumlu değil gibi görünüyor ve bu açıklamaya dayanarak görseller oluşturamıyorum” uyarısı verdi.