COVID sonrası kendinizi sinirli ve mutsuz mu hissediyorsunuz? İşte nedeni…
2019’un sonlarında ortaya çıkan ve tüm dünyayı yıkıcı bir şekilde etkileyen COVID-19’dan, hâlâ her gün binlerce insan muzdarip. Üstelik virüs, sadece hastalık sürecinde değil, iyileştikten sonra da etkilerini sürdürüyor. Siz de COVID’den sonra kendinizi çok daha sinirli ve mutsuz mu hissediyorsunuz? İşte nedeni…
Wuhan’da ortaya çıktı, tüm dünyayı unutulmaz bir sağlık sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Sokağa çıkma yasaklarından aşı tartışmalarına, çalışma ve eğitim hayatının eve taşınmasından yeni varyantlara, COVID-19 dünya tarihine yıkıcı bir iz bıraktı.
Bilim dünyası virüsü hâlâ incelemeye devam ederken bu defada ruh halimizi nasıl etkilediğini ortaya çıkardılar. COVID’den kurtulduktan sonra kendinizi aşırı sinirli veya üzgün hissediyorsanız bunun aslında biyolojik bir nedeni olabilir.
Bilim insanları virüsün mutluluk hormonlarını ele geçirip üretimlerini durdurabileceğini keşfetti. Virüsün ruh hali ve stresten sorumlu beyin hücrelerine bulaşarak düzgün çalışmalarını engelleyebileceği bulundu.
DEPRESYON VE BEYİN SİSİNE NEDEN OLUYOR
İnsan hücrelerini kullanan laboratuvar deneyleri, COVID’in dopamin üretimine zarar verdiğini, hücreleri büyüyemeyecek ve bölünemeyecek noktaya kadar bozduğunu gösterdi.
Mutluluk hormonu olarak adlandırılan dopamin, aynı zamanda uyku, konsantrasyon ve hafızadan da sorumlu; dolayısıyla bu bulgu, COVID’in neden beyin sisi ve depresyona neden olduğunu açıklayabilir.
Çalışma için Weill Cornell Tıp, Columbia Üniversitesi ve Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi’nden bir ekip, COVID virüsünün nasıl etkilediğini görmek amacıyla insan kök hücrelerini kullandı.
Araştırmacılar, COVID’in birden fazla hücreyi nasıl etkilediğini keşfetmeye başladıklarını, ancak bu etkiyi yalnızca dopamin nöronları üzerinde bulduklarını söyledi.
ŞAŞIRTAN SONUÇ
Weill Cornell Medicine’den Dr Shuibing Chen şunları söyledi: “Bu proje, farklı organlardaki çeşitli hücre türlerinin SARS-CoV-2 enfeksiyonuna nasıl tepki verdiğini araştırmak için başladı. Akciğer hücrelerini, kalp hücrelerini, pankreatik beta hücrelerini test ettik ama yaşlanma yalnızca dopamin nöronlarında aktive oluyor. Bu tamamen beklenmedik bir sonuçtu.”
Yaşlılık veya biyolojik yaşlanma, canlı organizmalardaki işlevlerin kademeli olarak bozulması olarak tanımlanır. Sağlıklı hücrelerin büyüyüp bölünememesiyle sonuçlanır. Kırışıklıklar, görme yeteneğinin kötüleşmesi ve işitme kaybı gibi sorunlar yaşanır ve aynı zamanda kök hücre hasarına ve kronik inflamasyona da neden olur.
Dr Chen sözlerine şunları ekledi: “Dopamin nöronlarının enfeksiyon oranı, virüsün ana hedefi olan akciğer hücreleri kadar yüksek değil, ancak küçük bir enfekte hücre popülasyonu bile potansiyel olarak ciddi bir etkiye sahip olabilir.”
PARKİNSON RİSKİNİ ARTIRABİLİR Mİ?
Araştırmacılar, dopamin nöronlarının yaşlanmasının Parkinson hastalığının ayırt edici bir özelliği olduğunu, bu yüzden de uzun süre COVID’den muzdarip olmuş kişilerin Parkinson ile ilişkili semptomlar geliştirme risklerinin artıp artmadığını görmek için takip edilmeleri gerektiğini söyledi.
Ayrıca, bu bulguların COVID deneyimi yaşayan kişilerde görülen nörolojik semptomlara ışık tutabileceğini de öne sürüyorlar.
KORUMA SAĞLANABİLİR
Çalışma, dopamin nöronlarının yaklaşık yüzde 5’inin COVID virüsü tarafından enfekte olabileceğini, bunun da yaşlanmaya ve iltihaba neden olabileceğini buldu. Ancak ekip ayrıca üç ilacın (riluzol, metformin ve imatinib) COVID virüsünün dopamin nöronlarını enfekte etmesine karşı potansiyel olarak koruma sağlayabileceğini de gördü.
Riluzole, Lou Gehrig Hastalığını tedavi etmek için kullanılan bir ilaç. Metformin diyabet tedavisinde, imatinub ise lösemi ve diğer kanser türlerinin tedavisinde kullanılıyor.
Bilim insanları, tamamı Gıda ve İlaç İdaresi tarafından onaylanan bu ilaçlarla ilgili daha fazla araştırmanın COVID’in beyne saldırısını önlemek için önemli olacağına dikkat çekti.
Araştırmacılar, çoğu insanın COVID’e maruz kalabileceğini ancak hepsinin dopamin nöron hasarına duyarlı olmadığını da vurguladı.
Genetik ve hastalığın ciddiyeti de dahil olmak üzere nörolojik riskte rol oynayan faktörler olduğuna dikkat çektiler ve bu konuda daha fazla araştırma yapabilmek için daha fazla insanla çalışılmasını önerdiler.